TELDEKİ KIRLANGIÇ SESLERİ

Kuş cıvıltılarıyla uyandığınız sabahlarınız olmuşsa mutlu bir çocukluğunuz olmuştur veya bazı güzel anılarınız, mutlu olduğunuz anlar olmuştur.

Henüz çok küçüktüm. Sabahları ilk horoz sesleriyle uyanırdık. Yazın bizim köy bir başka güzeldi. İnsanları biraz tuhaftı ama ben insanlardan bahsetmeyeceğim. Köyden, köyümden doğadan en önemlisi de kuş seslerinden bahsedeceğim, bahsetmeye çalışacağım. Kuş seslerinden nasıl bahsedilir ki? Size o seslerin güzelliğini hangi kelimelerle anlatabilirim, o duyguları nasıl yansıtabilirim hiçbir fikrim yok. Duygular zaten bambaşka bir dünyadır. Bir sabahımı anlatmaya çalışayım. Belki bu bir sabahımı anlatırken duygularımı az çok anlayabilirsiniz. Saat kaç bilmiyorum ama güneşin doğmak üzere olduğunu görebiliyorum. Hava aydınlanmaya başlamış. Ben ve diğer yedi kardeşimin koyun koyuna uyuduğumuz ‘taht’tayız. Ona ne deniliyor tam bilmiyorum biz öyle diyoruz. Ayakları olan kocaman bir masa gibi düşünün. Yerden en az 1-1.5 metre yükseklikte etrafı da perdeli veya yine bir metre kadar yükseklikte ince tahtalarla çivilenmiş kocaman bir yatak. Hepimiz bunun üstünde uyuyoruz. Genellikle bahçe avlusunda olur. Veya damda yattığımız zamanlar da olur. Köyde yaşayanların çoğu bilir. O aslında  bizim yazlığımızdır. Evet, bence mükemmel bir benzetme oldu. Ömrümüz köyde geçiyor veya geçecek, kışın evin içinde soba önünde toplanıp uyurken yazın da avludaki tahtta ya da damda uyuyoruz. Çünkü içerisi sıcak olur. Artık çoğu köy evlerinde klima var. Kimse damda veya tahtta uyumakla ilgilenmiyor.

Sabaha doğru gün ağarırken hava soğur. Bazen yorgan battaniye yetmez. Bir saat sonra sıcaktan kavrulacağını bilsen de o an çok soğuk olur. Yazın çoğu sabah böyledir. Horoz seslerinden sonra hava iyice aydınlanmaya başlardı. Horozlar zaten sabahın habercisidirler öyle değil mi? Horoz seslerine bir de kuşlar sesleri eklenirdi. sesler o kadar çok olurdu ki uyuyamazdım. Bazen mışıl mışıl uyurdum ta ki güneş iyice yükselip bizi kavurmaya başlayana dek. Bazı sabahlar da bu seslerle gözlerimi açardım. hemen beş on metre ilerde olan elektrik tellerini izlerdim. 3-4 tane paralel şekilde duran o elektrik tellerine boydan boya kuş dolardı. bir kısmı serçe bir kısmı kırlangıç. Sanırım hiç karışık olmazlardı hatta iki tür de aynı anda o tellerde olur muydu onu hiç hatırlamıyorum. Ama o tellerin serçelerle de kırlangıçlarla da dolup taştığını iyi biliyorum. Yaklaşık elli altmış tane kırlangıcın çıkarttığı sesleri bir düşünsenize. serçe sesleriyle karışıyor. sol tarafımızda evimiz olurdu. Evin üstünde eski telefon direği vardı. O direğin üzerinde her zaman bir baykuş olurdu. Gug gug diye sesler çıkartırdı. Çoğu gece orda dururdu. Bazı sabahlar da olurdu. hep aynı baykuş muydu tabi onu bilemem pek gözükmezdi ama sesi çok gürdü. Annemin baykuşların varoluşuyla ilgili bir masalı vardı. Efsane de diyebiliriz sanırım. Hem o zamanlar hem de o zamandan sonra ne zaman baykuş sesi duysam o masal ve annemin onu anlatışını hatırlarım. Anne, babamız başucumuzda durup bizi uyutmak için masallar anlatmamış olabilirler ama ne zaman elektrikler kesilse biri mutlaka bir masal veya efsane anlatırdı. sırf zaman geçsin diye ve illa ki başucumuza gelip ayrı ayrı masal anlatmalarına gerek yoktu. zaten hepimiz bir odada iç içe uyurduk. Bir de kışın hemen hemen her gece elektriklerim kesildiğini düşünürsek bu aktiviteyi çok sık yapıyorduk. kar yağmur çok yağardı veya aşırı rüzgar olduğunda elektrikler mutlaka kesilirdi ve bu günler bazen de haftalar sürerdi. şimdi hiç kesilmiyor ve büyüdük…

Baykuş, serçe ve kırlangıç sesleri birbirine karışırdı. Çocuktum, henüz çok küçüktüm ama o ses cümbüşünün güzelliğini anlayabilecek bir kalbim vardı. Bazı insanlar yaşlanınca bunların farkına varabiliyor. Huzurla izlerdim onları. Yan yana dizilmişlerdi. her birinin arasındaki mesafeyi ölçemezdim ama hepsinin arasındaki mesafenin aynı olduğuna o kadar emindim ki. Örneğin bir kuşla diğerinin arasındaki mesafe 20 cm ise diğerleri de öyle görünüyordu. kırlangıçların uzun kuyrukları vardı. Siyah simsiyah ve parlaklardı. alt taraftaki tüyleri beyazdı. gündüzleri onları çizerdim resim çizmeyi çok severdim. Bir sabah uyandığımda babamın resimlerimi görüp kocaman gülümseyip aferin dediğini hatırlıyorum. ödüllendirmek için cebinden 50 kuruş çıkartıp vermişti. “Aferin sana, böyle devam et” demişti. çok mutlu olmuştum. Çizime yeteneğim olduğunu biliyordum eğer devam etseydim, kendimi geliştirebilseydim şuan çok güzel şeyler yapabilirdim belki de olmadı. Ama o gün o 50 kuruşla cips, kola, çikolata bir sürü şey almıştım evet o zamanlar öyleydi. Güzel sabahlardı. bir taraftan tatlı bir üşüme bir taraftan güneşin usulca doğuşu, o kuş sesleri baykuş vs. Kuşlar mükemmel bir orkestra gibi eşsiz bir güzellikte şakıyorlardı.

Geçen sabah internetten kuş seslerini açıp huzur bulmaya çalıştım. O günleri hatırladım. Yıllar geçip elektriğin oluşmasıyla köyden şehre müstakil evlerden apartman dairelerine geçtik, yıllar geçtikçe ilerledik geliştik derken bazı güzellikleri kaybetmişiz. Çok sevdiğim birisi bunu yaz dedi. çok karmaşık yazmış olabilirim ama umarım beni anlarsınız.

Duyar kasmak için değil sadece bazı güzel şeylere değinmek istedim. Şuan hala ormanlar var sabah yürüyüşlerinde o cıvıltıları duyabiliyoruz. ormanları, ağaçları bitkileri, hayvanları sevmeliyiz. onlarsız bu dünya inanın çekilmez…

Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir